Hatay, Türkiye’nin Suriye sınırındaki stratejik konumu ile adını son on yılda neredeyse hemen her gün duyduğumuz bir Akdeniz şehrimiz… 2018 yılındaki nüfusu 1.6 milyon olan Hatay’ın ortalama %20’si savaştan kaçan Suriyelilerden oluşuyor, %20 kulağa az gelebilir rakamsal söyleyecek olursam 320.000… Anadolu’daki bir çok şehrin nüfusundan çok daha fazla… Hatay’a en son 2010 yılında bir iş seyahati gerçekleştirmiş ve o dönemde yeni açılmış olan beş yıldızlı Ottoman Palace otelinde kalmıştım, otelin neredeyse yarısı Suriye’den gelen turistlerle dolu idi ki şehrin ekonomisinde Suriyelilerin katkısı tartışılmazdı, düğünlerini toplantılarını Hatay’da yapmak bir prestij meselesi idi onlar için… O gün bugün bir daha gidemedim bu güzel kente, aradan geçen dokuz yılda yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmelerden nasıl etkilendiğini tespit etmek, görmediğim tarihi yerlerini görmek ve elbette o nefis yemeklerini bir daha tatmak için yeniden Hatay’a gidiyorum…
Bu arada Hatay’a olan ilgi 2020’de çok daha fazla olacak, NewYork Times ‘ın “2020’de önerdiği 20 şehir” den biri de Hatay… Gazete, şehri listeye dahil ederken ” Aziz St.Paul liderliğini yaptığı ilk Hristiyanların Hatay’da yaşadığını, Hristiyanlar için önemli bir merkez olduğunu ve kayalara oyularak yapılan mağara kilisenin önemini” anlattığı gibi Antakya Mozaik Müzesine ve Habibi Neccar Camisine dikkat çekmiş.
Hafta sonuna neler sığdırabildim, iki gün boyunca Hatay’ın hangi güzelliklerini deneyimleyebildim gün gün yazıyorum ki belki program yapmak isteyenlere de fikir verebilir.
1.GÜN
Güne Antakya kahvaltısı ile başlamak
İstanbul’dan Antakya’ya erken saatte gidince çantalarımızı otele bırakıp direk olarak bize önerilen Hatay Sultan Sofrası’na yöresel kahvaltıya gidiyoruz, mevsim mayıs ve hava mis gibi, bahçede ağaçların altındaki gölgede kalmış masalardan birine oturuyoruz… Bir kaç dk sonra etrafımızdakilere göz gezdirince uçaktan inenin buraya geldiğini anlıyoruz:)
Her ne kadar günümüzde tam olarak yöreselliğini yüzde yüz korumasa da masaya konulan kahvaltılıkların çoğu Antakya mutfağına ait… Kırık yeşil zeytin, zeytinyağlı sos, zahter salatası, biberli ekmek, çökelek, portakal reçeli gerçekten leziz ama omletin özel bir lezzeti yok.. Serpme kahvaltı kişi başı 30 TL, çay ise sınırsız, fiyat İstanbul piyasasının bir tık altında ama daha leziz …
Eski Antakya sokaklarını keşfedin
Avrupa şehirlerinde hep bir “old town – eski şehir” vardır, koruma altındadır ve turistler öncelikle eski şehri gezerler, Antakya merkezinde de bir old town oluşmuş görmeyeli. On sene ya da yirmi sene önce yok muydu diyebilirsiniz, elbette vardı ama bu sefer bir farkı var… Eskiden sokaklarında yürümeye cesaret edemediğimiz yerler şehre kazandırılmış, virane eski yapılar cafe, restoran ya da konak olmuş, butik otel olmuş… Hatta öyle sokaklar var ki ” burası İtalya olsa beğenirsiniz” dedirtecek türden 🙂 Asi Nehrinin kenarlarındaki parklar, yürüyüş alanları oldukça bakımlı, şehrin yeşil alanı artmış geçmişten bugüne…
Eski kenti gezerken sokak aralarından bangır bangır müzik sesleri yükselmiyor, kimse zorla bir ürün satmaya çalışmıyor, herşey doğal akışında, sakin ve keyifle yürüyerek gezebiliyorsunuz. Bizim kaldığımız sokakta akşam vakti canlı caz müzik programı yapan bir mekan dahi vardı. Tabi her sokak dört dörtlük restoresini tamamlamamış henüz ama epey yol alınmış bu alanda… Eski kapı, pencere, duvar fotoğraflarını çekmeyi seviyorsanız bu sokaklardan çıkıp yemeğe dahi gidemeyebilirsiniz..
Affan Kıraathanesi artık Antakya’nın klasiği, ben burada oyun oynayanı hiç görmedim, yerlisinden çok turistler dolduruyor masaları… Kendine özgü dondurmalı tatlısı, kahvesi ile soluklanacak duraklardan… Mahalle aralarından burnumuza kadar gelen pide kokusunu takip ediyoruz, acılı ekmek yapan bir fırında buluyoruz kendimizi, hoş sohbet ve misafirperver fırıncının ikramına hayır demek ne mümkün…
Eski yapıları hep sevmişimdir, özellikle balkonlu ve yüksek tavanlı olanları, Antakya sokaklarını gezerken bu yapılardan çok sayıda olduğunu görmek hem hüzünlendirici hem de umut verici. Bugüne kadar onarım görmedikleri için harabe gibi görünüyorlar ama en azından bugüne ulaşabilmişler ve hala yıkılmamışlar, artık restore edilip yaşama katılımları mümkün, rantı yüksek yapılar bunlar o yüzden otele restorana dönüşmelerine ramak kalmıştır bence.
Antakya Mozaik Müzesini ve St.Pierre Kilisesini ziyaret edin
Yeni Antakya Mozaik Müzesi 2014 yılında ” dünyanın en büyük mozaik sergileme alanı olan müze” olarak kapılarını ziyaretçilere açmış, dile kolay 10,700 m2 alanda mozaiğe sahip… Bu mozaikler de öyle yarısı var yarısı yok türden değil, her biri kendine hayran bıraktıracak kadar alımlı ve anlamlı… Amik Ovası’ndan ve çevresinden toplanan eşi benzeri olmayan heykeller, sikkeler, mezar başlıkları, yaşamdan objeler ve mozaiklerin yanı sıra gözümü alamadığım lahitler bölümü ile kesinlikle görülmeye değer.
Müzeyi ziyaret etmek için ortalama üç saat ayırmak gerekiyor, müze girişinde ayrıca ziyaretçilere toplu bir sunum da yapıyorlar, hem müze hakkında hem de Hatay tarihi hakkında ziyaret öncesinde bir fikir sahibi olabilirsiniz. Müze, modern bir çizgide inşaa edilmiş; kafeteryası, alışveriş imkanı, aydınlatması ve havalandırması ile sıkılmadan gezebileceğiniz bir yer…
Müzenin ziyaret saatleri ve diğer detaylar için tıklayınız… Ben müze kart alarak ziyaretimi gerçekleştirdim, size de bunu öneririm çünkü müzeden çıkar çıkmaz Hristiyanlar için hac ziyaret alanı olarak ilan edilmiş olan kutsal St.Pierre Kilisesi’ne gitmenizi öneriyorum, bu iki mekana da MüzeKart ile ücretsiz girebilirsiniz. St.Pierre kilisesi için size ” küçük, boş bir mağara, bir şey yok ” diyebilirler, sakın aldanmayın bu sözlere… Habibi Neccar Dağı’nın batı yamacında kayaların oyularak şekillendirildiği bu mağara aynı zamanda Hristiyanlar için ilk mabet yeri olarak kabul görmüş, Hristiyan kelimesi ilk bu kilisede söylenmiş, böylesine değerli ve tarihi bir mekanı görmek bana göre müthiş bir duygu… Her sene 29 haziranda Aziz Petrus günü olarak kutlanıyor ve kilisede ibadet yapılıyor, seyahatimizi bu döneme denk getirmeyi çok isterdim.
Şehir merkezinden müzeye minibüsler ile ulaşım mevcut ama 3-4 kişi iseniz taksi ile de gidebilirsiniz ( 20 TL ). Müze çıkışında 1-2 km yol yürürüm diyorsanız Aziz Petrus ‘a kadar yürüyebilirsiniz, Antakya havası sıcak biz yürümeyi göze alamıyoruz, daha ilk günden yorulmayalım diyoruz ve 15 TL de Aziz Petrus Kilisesi’ne gitmek için taksi ücreti ödüyoruz.
Anadolu’nun ilk camisi Habibi Neccar
Antakya Hristiyanlık için ne kadar özel ise İslamiyet için de o kadar özel bir şehir. 638 yılında Arap Müslümanlar Antakya’yı ele geçirdiğinde yaptıkları cami olan Habibi Neccar Camii Anadolu’nun da ilk camiisi olma özelliğine sahip. Rivayete göre “MS 40’lı yıllarda İsa’nın yardımcıları Antakya’ya gelip tanrının tek olduğunu anlatmaya çalıştıklarında onlara inananların başında bir marangoz (neccar) gelir. Neccar, Pagan inanışından vazgeçip onlara katılır. Ancak havarilerin yeni vaazları halkı öfkelendirir. Kral da havarileri hapse attırır. Bunun üzerine Antakya’ya yeni bir elçi, Şem’un Safa, gönderilir. Şem’un, mucizeleriyle kralı ikna eder ve arkadaşlarını kurtarır. Halk ise havarilere inanmamakta kararlıdır. Uğursuzluk getirdiklerini düşündükleri için onları taşlayarak öldürmeyi planlamaktadır. Habib-i Neccar öfkeli ahaliyi durdurmaya çalıştığı sırada öldürülür. Rivayet edilir ki kesilen başı, Lübnan Dağı’nın tepesinden, şimdi türbesi ve mezarının bulunduğu yere kadar yuvarlanır.”(1)
Uzun Çarşı’da alışveriş yapın, yiyin için
Eski Antakya’nın eskimeyen çarşısı Uzun Çarşı, giyim kuşamdan ev yapımı salçaya, mutfak malzemesinden ayakkabı tamircisine, peynirciden demircine kadar aradığınız herşeyi bulabilirsiniz. Her caddesinde ayrı bir meslek kolu konumlanmış. Baharat seviyorsanız burası tam size göre 🙂 El arabasında satılan taze zahterin kokusu etrafa öyle yayılıyor ki ben dayanamayıp 1 kilo alıyorum, koca bir poşet dolusu zahterim oluyor, İstanbul’a varır varmaz kurutup kavanozlara koyuveriyorum…
Uzun Çarşı gezisini öğleden sonra bırakmamızın bir nedeni ikindi vakti birşeyler atıştırma düşüncesi… Künefe imalatçıları, kebapçılar, kasaplar hepsi burada, fazla abartmadan tadımlar yapmak istiyoruz, önce bir bahçede pidecide oturuyoruz, servisi hoşumuza gitmiyor ama lezzeti yerinde bir etli pide yiyoruz, künefe hakkımızı ise başka mekana saklıyoruz. Ben tatlıyı, künefeyi pek seven biri değilim ama künefe kesinlikle Antakya’da yenmeli diyorum. Mekan adı nedir derseniz çarşının sokaklarında daracık bir geçitten çıkılan avludaki Çınaraltı Künefe/Yusuf Usta’nın Yeri… Hızımızı alamıyoruz bir de İstanbul’a kargo hazırlatıyoruz: Künefe, zeytinyağı, baharat çeşitleri…
Öğlen yemeği alternatifi o kadar fazla ki Antakya’da, kasaba girip sini yaptırsak akşama neremize yemek yiyeceğiz 🙂 Birinden birini elemek zorunda kalıyoruz akşam yemeğinde Leban Teras Restaurant’a karar veriyoruz: Humus, Antakya mezeleri ve oruk (içli köfte) hayali ile gelmişiz zaten 🙂
Koca bir günü böyle bize göre bol yemeli (!) ve bol yürüyüşlü tamamlıyoruz ama yarınki yiyeceklerimizi de planlamadan edemiyoruz 🙂
2.GÜN
Antakya seyahatimde iki kişi olduğumuzdan araç kiralamıyoruz, havalimanından şehir merkezine uçak saatleri ile uygun düzenli servisler kalkıyor zaten. İlk gün şehir merkezini yürüyerek ve bir iki taksi ile halledebiliyoruz diye düşünmüştük ama ikinci gün Samandağ’a Titus Tünelini görmeye gitmeyi planlıyoruz, günlük turların yapıldığını öğreniyoruz, derken aynı uçakta üç arkadaşımla karşılaşınca bugünü birlikte planlıyoruz, beş kişiye özel bir minibüs ile kişi başı 100 TL.ye tüm gün dilediğimiz yerleri görebileceğiz.
Vakıflı Köyü’nü ve Musa Ağacını ziyaret edin
Kahvaltımızı kaldığımız konağın sevimli bahçesinde yapıyor olmasa idik Samandağ İlçesindeki Vakıflı Köyü’ne kahvaltıya gitmeyi düşünüyorduk. Musa Dağı’nın muhteşem manzaralı yamacında kurulmuş olan köyün özelliği; Türkiye’nin tek Ermeni Köyü olması. Sokaklarında yürüyoruz, temiz ve düzgün…. İbadete açık kilisesinde pazar ayinine hazırlıklar yapılıyordu, fazla zamanımız olmadığında ayini bekleyemiyoruz. Köyün alt kısmında ise bir kaç tane yöresel kahvaltı sunan mekanlar sıralanıyor, kahvaltı yapmasanız da bir kahve için…
Vakıflı’dan Samandağ’a doğru devam ederken Hıdırbey Musa Ağacı’nda ikinci molamızı veriyoruz. Heybetli Musa Ağacının çevresi halka açık, piknik masaları sıralanmış, ağaçlık güzel bir meydan. Köy pazarı kurulu, yöresel ürünler satılıyor… Taze ekmek kokusunu takip ediyorum ve en sevdiğim biberli ekmeklerin pişirildiği tandırı görüyorum, on adet alıp sırt çantama koyuyorum paketi ama yememek için zor tutuyorum kendimi…
Musa Ağacı’nın hikayesine gelecek olursak… Rivayete göre “Samandağ Sahili’nde buluşan Hz. Hızır ile Hz. Musa birlikte dağa çıkarlar. Bu ağacın bulunduğu noktaya geldiklerinde Hz. Musa elindeki asayı toprağa saplar ve eğilip su içer. Tekrar dönüp baktığında asanın yeşerip fidana dönüştüğünü görür. Halk arasında ab-ı hayat suyundan can bulan fidanın binlerce yılda gelişerek bugünkü halini aldığına inanılır. Ağacın gövde çapı 7,5 metre, çevresi 21 metre, yüksekliği ise 7 metredir. Ağacın dalları yaklaşık 1000 metrekarelik alanı kaplamaktadır. Ağaç, Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu Başkanlığı tarafından koruma altına alınmıştır.” (2)
Titus Tüneli ve Beşikli Mağarası ‘nı görmeden dönmeyin
Yine Samandağ ilçesinde yer alan Titus Tüneli’ni görmeye geliyoruz. Önce Samandağ sahilini yani Çevlik Plajını tepeden rüzgara karşı izliyoruz, dünyanın en uzun onbeş kumsalı içinde 14 km. ile yerini alıyor bu sahiller… Güneye baktığımızda karşımızda yükselen dağ ise Kel Dağ, arkası Suriye… Çevlik sahilleri yazın cıvıl cıvıl iken dağın ötesinde savaşın varlığını bilmek enteresan bir duygu…
Tepeden aşağı inip bilet gişesinden yürüyerek geçiyoruz, ağaçlık hoş bir yoldan bir müddet yürüyoruz, küçük bir asma köprüye varıyoruz, işe karşımızda Roma İmparatoru’nun dağdan gelen suyun taşmaması için kölelere yaptırdığı Titus Tüneli… Dünyanın insan eli ile yapılmış en büyük tüneli olarak geçiyor literatürde. Dağın içi yaklaşık 1000 esir tarafından elle ( kazıcı aletler kullanılarak ) oyulmuş; uzunluğu 1380 mt, yüksekliği 7 mt, genişliği ise 6 mt… Tünel, MÖ 1. yyda yapılmış.
Tünelin çok iç kısımlarına gidilmiyor, zaten yürümesi de biraz zorlu, yerler kayalıklarla dolu ama ışığın içeri süzmesi güzel görüntüler veriyor, fotoğrafik bir yer bana göre, Hatay’a geliyorsanız görmelisiniz. Tünel çıkışında bir çay molası veriyoruz.
Beşikli Mağarası tünele bir kaç yüz metre yürüme mesafesinde, insan eli ile kayaların oyularak yapıldığı 12 mezar yer alıyor bu bölümde… Taş merdivenlerden yürüyerek inilen mezarların içine girmek serbest ama düşme tehlikesi olduğundan dikkat edilmeli.
Antakya mutfağının keyfini çıkartın
Aslında Çevlik sahilinde yemek alternatifleri olmasına rağmen biz Antakya merkezde almak istiyoruz veda yemeğimizi:) Bu sefer tercihimizi Anadolu Restoran’tan yana kullanıyoruz. Gelsin humuslar, zahter salataları, zeytinler, kağıt kebaplar… Sıcacık dumanı tüten lavaşlar… Bize bunlar yetiyor, daha et ağırlıklı bir damak zevkiniz varsa Antakya sokakları her keseye her zevke uygun lokanta ve kasaplarla dolu…
Leban Restoran ve Anadolu Restoran popüler mekanlar arasında, ikisi de bizden tam not aldılar. Bu seyahatimde yemediğim ama geçmiş yıllardaki Hatay deneyimlerimden bildiğim “şunların da tadına bakın ” diyeceklerim;
- Sini kebabı,
- Fellah köftesi,
- Biberli ekmek,
- Katıklı ekmek,
- Kaytaz böreği,
- Antakya kömbesi,
- Kireçte kabak tatlısı
Konakta konaklayın
Antakya’nın Zenginler Mahallesi’nde yani eski yerleşim bölgesinde restorasyonla butik otele dönüştürülen evler, konaklar oldukça keyifli ama ücretleri de standartların üzerinde. Bizim kaldığımız konağın adı ise Çiçekli Konak, bahçe içinde, otantik döşenmiş sevimli bir aile işletmesi. Bu tarzda mahallenin meşhur konak otelleri var, alternatif olarak kalmadığım ama kalmayı çok arzu ettiğim Müze Otel’i önerebilirim, ben gittiğimde henüz açılışı gerçekleşmemişti, tarih ile iç içe mistik bir atmosferde uyumak heyecan verici olur… Müze Otel, normalde otel olarak inşaatı başlayan ama zemininde enfes mozaikler keşfedilince müze otele dönüştürülmüş çok özel bir yer. Daha ekonomik bir yerde kalmak isteyenlere öğretmenevleri ilk sırada önerimdir. Antakya’da herkese uygun konaklama alternatifi fazlası ile mevcut.
Diğer notlar:
- Aromatik Bitkiler Müzesi, Zenginler Mahallesinde yolumuz üzerinde olduğu için girip gezdik, bizi çok etkilemedi ama aromatik bitkilere merakınız varsa yarım saatinizi ayırabilirsiniz.
- Antakya’da eskiden ipek üretimi ile popülermiş, bu alanda yeniden hamle yapılmaya başlanmış, dükkanlarda bol bol ipek kumaş ve ürünler göreceksiniz.
- Süryani şarabı Antakya’da da karşınıza her an çıkabilir, hatta esnaf ikram edebilir 🙂
- Antakya denilince akla ilk gelen yerlerden biri de Harbiye’dir. Merkeze 8 km mesafedeki şelaleler bölgesi şimdilerde lokantalarla dolu, Asi Nehri’ne karışan şelalelerin eteklerinde M.Ö 1-2 yy larda olimpiyatlara benzer festivallerin yapılıyor, suyunun şifalı olduğuna inanılıyormuş. Vaktiniz varsa, araba kiralamış iseniz Harbiye’ye bir kahve içimi için gidilebilir, ama ben daha önce gittiğimden bu seyahatimde gitmedim.
1 ve 2 nolu notların kaynağı https://www.kulturportali.gov.tr/
2 yorum
geçen sene ziyaret ettiğim şehir. en çok dikkatimi çeken aydınlatma ürünleri satan mağazaların çokluğu oldu. sanırım avize gibi ürünlere talep çok. belki de evlerde böyle bir kültürel gelenek vardır, bilmiyorum.
benim hiç dikkatimi çekmemişti :))