Slovenya’nın yeşil başkenti Lübyana

6

Slovenya’nın başkenti Lübyana’ya ( okunduğu gibi yazacağım ) olan merakımın Paulo Coelho’nun “Veronika Ölmek İstiyor” isimli romanından kaynakladığını itiraf ediyorum. 2010 yılında ilk baskısı yayınlanan kitabın kahramanı Veronika, renkli ve hareketli hayatından sıkılıp kendini yalnız hisseder ve başarısız bir intihar girişiminde bulunur, gözlerini açtığında Lübyana’da bir akıl hastanesindedir, burada tamamen tesadüfen aslında ölümcül bir hastalığa sahip olduğunu öğrenir ve bu sefer yaşama sarılmaya çalışır. Böyle enteresan bir hikaye ile bendeki Lübyana merakı baş gösterdi. Ama İstanbul’dan sadece THY ile uçuşun mümkün olması ve uçak biletinin de hep yüksek seyretmesi beni bu yıla kadar bekletti. 2019 baharında THY’nin sürpriz kampanyası başlar başlamaz ekonomik bir bilet yakaladım ve  hem Lübyana hem de Bled ‘i görebildim.

Eski Yugoslavya’nın Avrupai şehri Lübyana

Balkanlarda Saray Bosna, Mostar, Üsküp, Ohrid’i gördüm, bunlar eski Yugoslavya’nın doğu yakasındaki Anadolu’yu andıran şehirleri… Lübyana ise İtalya ile Avusturya arasında kalan Slovenya’nın başkenti ve doğu ile alakası olmayacak kadar Avrupai bir şehir.

Bled’den Lübyana’ya otobüs ile geçiyoruz, biletimiz 10 Euro civarında, son durak olan otobüs terminalinde inip Lübyana Kalesine doğru yürümeye başlıyoruz. Yaklaşık 15 dk.lık yol güzergahımızda gördüğümüz binalar, bahçeler güzel olmasaydı daha kısa sürede de yürüyebilirdik aslında 🙂 Nihayetinde ortasından nehir geçen güzel şehir Lübyana’nın en merkezi noktasına varıyoruz. Otelimiz merkezde, bir an önce otele varıp sırt çantalarımızı bırakalım istiyoruz ama ne mümkün, an’ı kaçırmamak uğruna salına salına gidiyoruz.

Lübyana’da Veronika’nın yattığı akıl hastanesini aramadım elbette ama romanda konusu geçen dışarıdaki hareketli yaşam bariz hissediliyor. Cumartesi olmasının da etkisi ile şehre adını veren Lübyanika nehri boyunca sıralanan cafe restoranlar turist dolu, mevsim tam bahar sayılmasa da hatrı sayılır bir ziyaretçiyi ağırlıyor Lübyana.

Arnavut kaldırımlı eski kentin sokakları bir yandan nehre bir yandan da kaleye doğru açılıyor, düzenli ve temizler. Mekanlar, hediyelik eşya dükkanları, soluk renkli binaları ile tam bir Avrupa şehri. 2016 yılında Avrupa’nın en yeşil başkenti seçilmiş Lübyana, küçük ama yeşil bir başkent. Nüfusu 300.000’e yakın.

Avrupai bir şehir demiştim Lübyana için ama enteresan şekilde Asya motifleri taşıyan renkli binaları görmek mümkün, hatta kamu binası… Yukarıdaki fotoğrafta yer alan binaları görünce sizin aklınızdan ne geçiyor?

Lübyana’nın köprüleri

Lübyanika nehri eski şehirden geçerken üzerinde üç köprü yer alıyor, en önemlisi Lübyana şehrinin simgesi de olan Dragon heykellerinin bulunduğu Dragon yani Ejderha Köprüsü… Dragon Köprüsü betonarme bir köprü, 33 metre uzunluğa sahip ve  1901 yılında açılmış. Dragon; güç, cesaret ve büyüklüğü temsil ediyor. 20. yy’a girerken zamanın yöneticileri böyle bir mesajı verme gereği duymuş olmalılar… Lübyana’ya gelip de Dragon Köprüsünde fotoğraf çektirmemişseniz şehre geldiğinizi ispatlayamazsınız diyorlar, biz de geleneği bozmayıp bir fotoğraf çektirdik:) Bir inanış da şu; Dragonlara elinizi sürersen şehre bir daha gelirsiniz…

Lübyanika nehri üzerindeki ikinci meşhur köprü ise Üçlü Köprü, diğer adı ise Üç Kardeşler Köprüsü… Üçlü köprünün ilki 1842 yılında yine ahşap bir köprünün yerine yapılmış, 1929 ve 1932 yıllarında da diğer iki köprü ilave edilmiş ve böylece üçlü hale gelmişler. Köprüler betonarme ve Lübyana’nın en merkezi meydanı olan Preseren Meydanına bağlanıyor.

Kasaplar Köprüsü nam-ı diğer Aşk Köprüsü ise üçüncü köprü ve diğer iki köprünün arasında yer alıyor. Aşıkların kilit taktıkları köprü adeta açık hava müzesini andırıyor. Üzerindeki büyük heykeller ürkütücü gibi görünse de aynı zamanda estetikler…

Lübyanika Nehri üzerinde yapacağınız sakin bir tekne gezintisi ile tüm köprüleri farklı açıdan görebilirsiniz, yazın ise kano dahi yapabilirsiniz nehirde.

Lübyana Kalesi’nden şehrin arka sokaklarına keşif yürüyüşü

Dragon Köprüsü’nden  kaleye doğru yürüyüp fünikülere geliyoruz, bileti sadece füniküler için alıyoruz, kalenin müze kısmını gezmek isteyenlere kombine bilet veriliyor. Daha füniküler ile yukarı çıkarken Lübyana’nın gerçekten ne kadar yeşil olduğu görülüyor, ortaçağdan kalma kale ise manzara seyretmek için ideal. Ama ben asıl kaleden inişi seviyorum, yollar hep çatallıyor, hangisinden devam etsek diyoruz ve içimizdeki sese kulak veriyoruz, çatıların kadrajı doldurduğu noktadan bi seyrediyorum Lübyana’yı Prag’ı anımsatıyor bana.

Daracık merdivenli yollardan iniyoruz ama duvarlardaki graffitilere bayılıyoruz, ilerleyemiyoruz, bu sefer de aklıma Lizbon geliyor :)) Lübyana’nın arka sokaklarında fotoğraf çekmek nasıl zevkli… İndiğimiz nokta ise nehrin kale tarafındaki paralel caddesi. Bu cadde belediye binasının da olduğu, turistik bölgede kalan hareketli bir cadde.

Preseren Meydanı; Üç Kardeşler Köprüsü ile 17.yydan kalma pembe renkli Franciscan Katedralinin arasındaki oval meydan, sadece yayaya açık olan bu meydan adını hem Slovenya’nın hem de Avrupa’nın tanınmış şairlerinden olan France Preseren’den alıyor.Şehirde yapılan aktivist hareketler bu meydanda yapılıyor. Ziyaretimiz sırasında yol çalışması olduğundan katedralin önünün kapatılmış ve estetik görüntüsünü engellemiş olsa da sokak müzisyenleri ve turistler buna aldırış etmeden rutinine devam ediyorlar.

Preseren Meydanından nehir boyunca cafeler, restoranlar dizilmiş, nehirden uzaklaşıp  üst kısımlara doğru ilerledikçe ise mağazalar, oteller, kamu binaları ve Lübyana halkının yaşam aşanları yani günümüz Lübyana’sını görüyorsunuz.

Metelkova, başkaldırının simgesi

Lübyana küçük bir şehir, gezilecek görülecek çok fazla noktası yok ama mevcut olan noktalar ise şehri sevdiriyor insana. Sabah kahvaltısından sonra yaklaşık bir km evlerin arasından yürüyerek Metelkova‘ya geliyoruz.

Slovenya 1900 lü yılların başında Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna bağlı bir eyalet, o yıllarda imparatorluk Metelkova’yı askeri kışla olarak inşa etmiş, daha sonra ikinci dünya savaşı yıllarında Yugoslav Ordusu yerleşmiş Metelkova’ya  ve taa ki 1990 ların başında Yugoslavya dağılıp Slovenyaya’dan çıkana kadar da bu bölge askeri bölge olarak kullanılmaya devam etmiş.

Yugoslavya iç savaşında ilk özgürlüğünü ilan eden ülke Slovenya olmuş. Yugoslav Devletinin ordusu Slovenya ve Metelkova’dan ayrılınca 200 civarında genç Metelkova’yı işgal etmiş, çok kısa süre içinde birçok etkinlik düzenlemişler ve askeri kışla sanat atölyelerine dönüşüvermiş.

Bir zamanların askeri kışlası şimdilerde jazz, rock vb. müziklerin yapıldığı barlar, sanat atölyeleri, hostel olarak varlığını devam ettiriyor.

Lübyana’da ne yenir ne içilir?

Lübyana konaklama ve yeme içme açısından ucuz diyemeyeceğim bir şehir, ama her zaman alternatifler vardır her keseye uygun… Lübyanika nehrinin kale tarafında yer alan Central Market hem ekonomik hem de lokal yemek imkanı sağlıyor. Cuma günleri açık alan tamamen yeme içme üzerine tezgahlarla doluyor ama bizim Lübyana’ya vardığımız gün tezghalar toplanmış, geç kaldığımızı anlıyoruz. Açık pazarın nehir tarafında sıralan kapalı dükkanları geziyoruz ve damak zevkimize uygun bir çorbacıda karar kılıyoruz.

İki kepçe çorbayı alacak kadar büyük kaselerde servis yapılıyor çorbalar, yanına ev yapımı haşlanmış sucuk çok revaçta, biz de aynısından sipariş veriyoruz. Doyurucu ve leziz… Bu arada çorbacı dememe aldanmayın, içeriye girebilmek için sıra bekleniyor:)

Lübyana için İtalya ‘ya komşu demiştim, akşamları nehir kenarındaki mekanlar romantizm kokmaya başlıyor, şarküteri tabakları eşlik ediyor şarap kadehlerine, Bologna misali…  Dünya mutfağını ve Slovenya güzel sunan restoranlar da var… Kırmızı etlerin lezzetli olduğunu ve iyi pişirdiklerini de söyleyebilirim. Sadece ev yapımı sucuklardan sandviç satan dükkanlar dahi var.

Lübyana’da konaklama

Ben genel olarak ekonomik konaklamaya önem veriyorum ama ekonomik olacak diye şehrin kalbinden uzaklara gitmeyi de pek tercih etmiyorum. Lübyana’da şehir merkezinden uzaklaştıkça ekonomik hostel ve otel bulmak mümkün, benim kaldığım otelin linkini buraya koyuyorum, zengin kahvaltısı ve lokasyonu ile dört dörtlük bir otel olduğundan öneriyorum… Tıklayınız…

Lübyana’ya  ulaşım ve vize

Türkiye’den Lübyana’ya THY nin direk uçusu ile gelmek mümkün, havalimanı Lübyana arasında düzenli shuttle servisler var, 10 Euroya bu hizmetten faydalanabilirsiniz, kaldığımız otelden shuttle için rezervasyon yaptık ve kolayca havalimanına ulaştık. Lübyana içinde açıkçası bir araca ihtiyaç duymadık, her yer yürüme mesafesinde idi.

Slovenya AB üyesi bir ülke, schengen vizeniz ile ülkeye girebilirsiniz.

Diğer Notlar:

  • Cuma -Pazar üç günlük bir tatil planı dahilinde hem Lübyana’yı hem de Bled Gölünü ve yakın çevredeki doğa harikası yerleri görebilirsiniz.
  • Zagrep – Lübyana arası trenle iki saat, schengen vizeniz varsa iki şehri kombin yapabilirsiniz.
  • Eylül ekim aylarında Slovenya’nın kuzeyine bağ rotası muhteşem olur.
  • Lübyana’ya mayıs ayında gelirseniz hava ısınmış olur, nisan biraz üşüttü bizi…
  • Nehir kenarında yürüyüş ve piknik imkanı var, sakinlik arayanlara duyurulur.
  • Geceleri oldukça hareketli bir şehir, biz iki kadın gece yürürken bir rahatsızlık hissetmedik.
  • Lubyana’dan ne alınır sorusuna en güzel cevap : bal :))

 

Share.

6 yorum

    • Teşekkürler Şükran, Avrupa’da o kadar çok yer varmış ki meğer Toskana misali yerler, gezdikçe görüyoruz, Slovenya da dediğin gibi cennet…

Yorum Yap

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.